Kaygı; endişe, tasa, vesvese kelimeleriyle de ifade eden, sağlık alanında anksiyete olarak adlandırılan ve kişiye sıkıntı veren bir ruh halidir. Kişi tehlike ve/veya tehdit altındayken kaygı, beynimizin alarm durumuna geçmesine ve vücudun adrenalin salgılamasına neden olur. Adrenalinin salgılanmasıyla kişi kendini koruyabilecek tepkileri verebilir. Bu nedenle sıfır kaygı, sağlıklı bir kaygı düzeyi değildir. Bununla birlikte, aşırı kaygı da kişide sıkıntıya neden olur. Kaygıya bağılı olarak ortaya çıkan bozukluklardan bazıları; toplumsal kaygı bozukluğu (sosyal fobi), panik bozukluğu, agorafobi, yaygın kaygı bozukluğu ve özgül (basit) fobidir.
TOPLUMSAL KAYGI BOZUKLUĞU (SOSYAL FOBİ)
*İşlevsellik, kişinin günlük, rutin işlerini, toplumsal ve işle ilgili yapması gerekenleri yapamaz duruma gelmesidir. PANİK BOZUKLUĞU
Panik atak, dakikalar içinde doruğa ulaşan ve kişinin, aşağıdaki belirtilerden en az dördünü yaşadığı, kişiye birden yoğun korku ve iç sıkıntısı veren durumdur. Panik atak belirtileri;
! Panik atak tek başına ruhsal bir bozukluk değildir. Diğer ruhsal bozukluklarla birlikte de ortaya çıkabilir. AGORAFOBİ
Toplu taşıma araçlarını kullanmaktan, Açık yerlerde bulunmaktan, Kapalı yerlerde bulunmaktan, Kalabalık yerlerden, Tek başına evin dışında bulunmaktan, Bu durumların en az ikisiyle ilgili olarak belirgin bir korku ya da kaygı duyar.
YAYGIN KAYGI BOZUKLUĞU
! Kişinin kaygısı, kuruntusu ya da bedensel belirtileri kişinin işlevsellik düzeyinde belirgin bir düşmeye neden olur.
ÖZGÜL (BASİT) FOBİ
! Fobi alanları;
KAYGI BOZUKLUKLARININ TEDAVİ EDİLEBİLİRLİĞİ
Kaygı bozuklukları tedavi edilebilir bozukluklardır. Kaygı bozukluklarının tedavisinde psikoterapi ve ilaç tedavisi kullanılmaktadır. Tedavide bazen sadece psikoterapi yeterli olurken, bazen de ilaç ile birlikte yürütülen psikoterapi daha etkili sonuçlar sağlamaktadır. Bazı durumlarda ise psikoterapi uygulanabilmesi, kişinin belirli bir süre ilaç tedavisi görmesinin ardından mümkün olabilmektedir. ! Hangi tedavi şeklinin daha etkili olduğu kişiden kişiye farklılık göstermektedir. ! Tüm bu belirtiler, hastalığın kapsamlı bir tanımı değildir. Büyüdüğünüz çevre, doğduğunuz andan itibaren öğrendiğiniz her bilgi, inançlarınız, düşünceleriniz, biyolojiniz ya da genetiğiniz, hâlihazırda yaşadığınız ve ilişki kurduğunuz çevreniz de en az belirtiler kadar önemlidir.
HER BİREY EŞSİZDİR dolayısıyla HER BİREY KENDİNE ÖZGÜ DEĞERLENDİRİLMELİDİR!
Kaygıyı Dinlemek Bu paragraf, çocukluğundan bu yana Obsesif Kompulsif Bozuklukla mücadele eden ve artık bundan kurtulmak istediği için destek alan bir danışanımla bugün gerçekleştirdiğimiz seansın sonunda, tüm seansın özeti niteliğinde yazdığımız bir sonuç paragrafı. Daha anlaşılır olması için parantez içindeki detayları ben ekledim ve danışanımın gizliliğini korumak adına birkaç cümleyi çıkarttım, değiştirdim. Her ikimiz de çok zorlandık bu seansta. Kaygı o kadar esir almıştı ki O’nu, kaygıdan arınmış düşünceleri ortaya çıkartmak için ter döktük birlikte. Fakat sonunda fark ettiklerimiz, öğrendiklerimiz, artan mücadele istediğimiz paha biçilemezdi. Kaygıyı dinlemek…
Sizin için en faydalı tedavi şekli, ancak detaylı bir ilk görüşmenin ardından belirlenebilir. Bu nedenle uygun tedavi şeklini bir uzmanla birlikte belirlemeniz daha doğru olacaktır.
Bazen kaygıyı, paniği, bazen öfkeyi, acıyı, bazense üzüntüyü… Duygularımız bazı zamanlarda öyle çığlık çığlığa dolanır ki ortalıkta, kendi sesimizi duyamaz oluruz. Kulaklarımız sağır olur da, susturamayız onu. Ne yapacağımızı, nasıl mücadele edeceğimizi bilemeyiz onunla. Duygularımızın, bize yüzde yüz doğruları söylediğini düşünürüz. Koşulsuz kabul ederiz bu duyguları ve tüm bedenimizi, düşüncelerimizi duygularımızın yönetmesine izin veririz. Ne zaman ki işler artık yolunda gitmemeye başlar, biz sürekli aynı duyguları yaşamaktan yoruluruz, ya da çevremizden birileri bunun bize aslında zarar verdiğini fark ettirir, işte o zaman harekete geçmemiz gerektiğini de anlarız.
Anlarız da, harekete geçmek de büyük çaba… Değişim, çaba gerektirir. Çaba, motivasyon gerektirir. Motivasyon ise değişimi gerçekten istemeyi gerektirir. Değişim, bir süreçtir. Bu süreçte iniş-çıkışların olması, zorluklarla karşılaşılması, inancın azalması-artması çok normaldir.
Unutma; neyi istemediğini iyi bilirsen, istediğine (hedefine) ulaşmak çok daha mümkün olacaktır.“SONUÇ: İçimdeki ses (kaygı) her şeyi susturuyor. Bana, (kaygının) söylediklerinin doğru olduğunu, aslında bunu T.’nin (kendisinin) düşündüğünü söylüyor. Ben ‘bu, kaygının sesi’ desem de, O (kaygı) ‘hayır, T. böyle düşünüyor’ diye bağırıyor. (Kaygı) beni azarlıyor, korkutuyor. Çok yüksek… emir verir şekilde… yüksek sesle emrediyor. (T.’nin sesini duymak) çok zor oldu. Çok zor çıktı. İnat ettim. Kaygımın doğru söylediğine inandım. Evet, (kaygımı) 5’e indirdim. Mantıklıyı düşündüm. Ama önemli olan, mantığı hayata geçirebilmek.”
Yine Kaygı Bozukluğu ve Yine Kaygı Tedavisi
‘Sınav kaygısı için verilen ilaç…’ ile başlayan ve maalesef internette fotoğrafları da paylaşılan 17 yaşındaki genç kızın haberini duymuşsunuzdur. Genç, sınav kaygısı ile baş edemeyince bir psikiyatra gidiyor, kendisine ‘Bipolar duygulanım bozukluğu ve duygulanım bozukluğu’ teşhisi koyularak ilaç reçete ediliyor. Kullandığı ilaçlar genç kızın tüm bedeninde ileri derecede yanıklara neden oluyor ve her iki gözünde de görme kaybı oluşuyor. Bu haber ile birlikte kaygı bozukluğunun tedavisi için bir psikiyatra (ilaç yazan tıp doktoru) mı yoksa bir klinik psikologa (konuşarak terapi yapan uzman) mı gitmeli sorusu yeniden gündeme geldi. İlaç kullanımına dair kaygılar da haliyle arttı. Peki, ne yapmalı? Kaygı bozukluklarını tedavi edebilmemiz için, o kişinin KAYGIYI NASIL DENEYİMLEDİĞİNİ değerlendirmek oldukça önemli. Doğru ve detaylı değerlendirme için klinik psikologlar, gerektiğinde süresi her biri 50’şer dakikadan oluşan 2-3 seansa varana kadar uzun değerlendirme görüşmeleri yaparlar. Bu nedenle kaygı seviyeniz baş edebileceğinizin üzerindeyse, önce bir Klinik Psikologa başvurun. Sadece birkaç görüşmede kaygı seviyeniz düşmeyecektir. Bu nedenle psikologunuzun tek görüşmede mucizeler yaratmasını beklemeyin. Gerekli gördüğü takdirde psikologunuz sizi ilaç kullanmanız için bir psikiyatra yönlendirebilir. Bu yönlendirme hakkındaki düşüncelerinizi psikologunuzla paylaşın ve yönlendirmenin gerekçesini uzmanınıza mutlaka sorun. Gerekli durumlarda ilaç kullanmaktan çekinmeyin. Unutmayın ki, son yıllarda yapılan araştırmalar kaygı bozuklukları için en etkili/faydalı tedavinin psikoterapi ve ilaç tedavisinin birlikte uygulanması olduğunu göstermiştir. Durumunuz hakkında olabildiğince farkındalık kazanmaya çalışın; ne zaman, hangi durumlarda, hangi düşüncelerle kaygılanıyorsunuz ve bedeniniz buna nasıl bir tepki veriyor, gibi. Ve son olarak,
BAŞVURACAĞINIZ UZMANI ÖNCEDEN MUTLAKA DETAYLI OLARAK ARAŞTIRIN.
Diplomalarını, eğitimlerini, deneyimlerini, uzmanlık alanlarını… her bilgiyi öğrenmiş olun.Netflix’te yayınlanan The Mind, Explained belgesel serisinin ‘Anxiety (Kaygı), Explained’ bölümü, hem bilimsel araştırmalara yer vermesi, hem de kaygının ne olduğu, çeşitleri, bedeni nasıl etkilediği ve neden oluştuğu gibi harika bilgiler içeriyor. Üstelik sadece 20 dakikalık bir bölüm. İzlemenizi önerir
Kaygıdan TAMAMEN Kurtulmak
KAYGI; endişe, tasa, vesvese kelimeleriyle de ifade edilen ve insana rahatsızlık veren bir ruh halidir. Kalp atışlarının hızlanması, çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı, boğuluyormuş gibi hissetmek, göğüste sıkışma, baş dönmesi, bayılacakmış gibi hissetmek, ateş basmaları gibi belirtiler kaygının fiziksel belirtileri olarak sıralanabilir. Kaygıya sıklıkla ‘kötü bir şey olacak’, ‘tehlikedeyim’, ‘tehdit altındayım’ düşünceleri eşlik eder. Kaygı veren durumdan, nesneden ya da düşüncelerden ‘kaçınmak’ ise en sık karşılaşılan kaygı davranışıdır. Kaygı, beynimizin bizi korumak için alarm durumuna geçmesine ve vücudun adrenalin salgılamasına neden olur. Adrenalin salımı ile birlikte kaygının fiziksel belirtileri ortaya çıkar.
Davranışsal olarak ise KAÇ, DON (OLDUĞUN YERDE KAL) ve SAVAŞ tepkilerinden biri ortaya çıkar. Örneğin, tehlikeli olduğunu düşündüğümüz birinin karşısında onunla mücadele edip savaşmak bir seçenek olabileceği gibi, olduğumuz yerde kalıp saklanmak ya da koşarak kaçmak da birer seçenektir. Beynimiz, gerçek tehlike durumunda verdiği bu alarmı, gerçek olmayan bir tehlike karşısında da verir. Genellikle insanlar kaygının fiziksel belirtilerini net olarak hissederler. Duydukları rahatsızlık karşısında da ‘kaygıdan tamamen kurtulmak, kaygısız bir hayat sürmek’ istediklerini belirtirler. Peki, kaygıdan tamamen kurtulmak mümkün müdür? Ya da kaygıdan tamamen kurtulmak yararlı mıdır? İş yerinize harekete duyarlı güvenlik alarmı kurduğumuzu varsayalım. Aslında hırsızlara karşı önlem olarak kurduğunuz bu alarm harekete duyarlı olduğu için, içeriye bir kedi girdiği zaman da çalacaktır. Peki, iş yerinize kedi girdi ve yanlış alarm çaldı diye alarm sistemini tamamen devre dışı bırakmak uygun mudur? Kaygının ve kaygı belirtilerinin de VÜCUDUMUZUN ALARM SİSTEMİNİN birer ürünü olduğunu düşünürsek, ‘kaygıdan TAMAMEN kurtulmak’ ne kadar uygun olacaktır? Burada önemli olan,
GERÇEK TEHLİKE ve/veya TEHDİT ALGISI ile YANLIŞ TEHLİKE ve TEHDİT ALGISI (yanlış alarm) ayrımını yapabilmektir. Bu ayrımı yapmak ise aşırı kaygı içeren düşünceleri yakalamak ve gerçekçi olmayan düşüncelerin değiştirilmesi ile mümkün olacaktır. Böylelikle yanlış alarmın çalmasını en aza indirgemek ve kaygıyı işlevsel/işe yarar hale getirmek mümkün olacaktır.